İslamiyet’in yayılmasına ve doğru anlaşılmasına vesile olan isimlerden biri Şems-i Tebrizî’dir. Mutasavvıflar arasında en çok merak edilen ve hayatı hakkında en az bilgi sahibi olunan isimler arasında yer almaktadır. Şems-i Tebrizî denildiğinde akla ilk gelen dervişliğidir. Yol gösterici, zeki ve bir o kadar da âşık bir derviştir. Nitekim Mevlana gibi büyük bir zatın hayatına girerek onun Allah aşkı ile tanışmasına vesile olmuştur.
Şems-i Tebrizî’den önce de hocalık yapan Mevlana, onunla tanıştıktan sonra İslamiyet’e çok farklı bir bakış açısı kazanmıştır. Özellikle tasavvufu anladıkça Şems-i Tebrizî’yi çözme isteği de o kadar artmıştır. Hakkında oldukça az bilgi bulunan Şems-i Tebrizî’yi ancak Mevlevi kaynaklarından bir miktar öğrenebilmek mümkündür.
İçerik
Şems-i Tebrizî bir bâtıni ismailidir. Herkesten farklı bir ismaili olduğunu söylemek mümkündür çünkü hem sufi hem de hak adamıdır. Onun için bir dava adamı demek yanlış olmayacaktır.
Hayatının bir bölümünde öğretmenlik yapan Şems-i Tebrizî için bir dönem siyasetçi ve komutan olduğunu söylemek de mümkündür. Aynı zamanda yöneticilik de yapmış olan Şems, diplomat olarak da kabul edilmektedir. Derviş olmasının getirdiği bir sonuçla sürekli gezen Şems-i Tebrizî, bulunduğu diyarlarda pek çok görevde yer almıştır.
Davasını anlattıktan sonra oradan uzaklaşmıştır. Pek çok ülkede görüldüğü söylenen Şems-i Tebrizî’nin her ülkede bir amacı, bir amaç uğruna öğrettikleri olmuştur.
1185 yılında dünyaya gelen Şems-i Tebrizî’nin asıl ismi Mevlânâ Muhammed bin Ali’dir. Tebriz’de dünyaya gelen Mevlana Muhammed’in lakabının anlamı dinin güneşi anlamını çağrıştırmaktadır. Azeri olan Şems-i Tebrizî, Azerbaycan Türklerinin mutasavvıflarından biri olarak kabul edilmektedir. Küçük yaşlarda ders almaya başlayan Şems hem İslami dersleri hem de diğer ilimleri son derece başarılı şekilde öğrenmiştir.
Yolunu belirledikten sonra Tebrizli Ebubekir Sellaf’a mürit olmaya karar veren Şems-i Tebrizî hangi şeyh olursa olsun tanımaya, ilmini almaya gayret etmiştir. Farklı ülkelerde feyz almak istedikleri olduğu için diyar diyar gezme kararı almıştır. Bu karar nedeniyle ona Şemseddin Parende ismi verilmiştir. Uçan Şemseddin olarak çevrilen bu sözcükle beraber ilimdeki bilgisi pek çok âlim tarafından Kamil-i Tebrizî olarak anılmasına neden olmuştur.
Hayatının bir kısmında Secaslı Şeyh Rukneddin, Tebrizli Selahaddin Mahmut gibi hocalardan, Necmüddin Kübra’nın halifelerinden, Centli Baba Kemal’den feyz almış kendini doldurmuştur. Ölümünden önce son anıldığı isim ise Mevlana olmuştur.
Şems-i Tebrizî, diyar diyar dolaşıp kendine faydası olacak kişileri tanıyıp ilmini arttırmak istemiştir. Duyduğu isimlerden biri de Mevlana Celaleddin-i Rumi olmuştur. Onunla görüşmek için Konya’ya gittiğinde tarih 29 Kasım 1244’tür.
Konya’ya ayak bastığında Şekerciler hanına yerleşen Şems geldiği an Mevlana’yı sorar. Mevlana’nın şehir dışında olduğunu ancak ikindi vakti geleceğini öğrendiğinde onu yolun üstünde beklemeye başlar.
Karşıdan Mevlana’yı görüp yanına gider ve ona her ikisinin de hayatını değiştirecek bir soru sorar. Bâyezıd-i Bistamî ve Hz. Muhammed’den hangisinin daha büyük olduğunu öğrenmek ister. Hz. Muhammed cevabını alan Şems tatmin olmaz. Nedenini sorup Mevlana’nın sinirle tartışmaya tutuşmasına sebep olur.
Şems’in büyüklüğünü gören Mevlana, zaman içinde ona hak vererek dünyaya dair ne varsa elini ayağını çeker. Ailesi, evi, işi başta olmak üzere her şeyden uzak kalmayı tercih eder. İkisinin muhabbeti böylece ilerler.
Şems-i Tebrizî pek çok kişi tarafından farklı anlatılan mutasavvıflardan biridir. Özellikle dış görünüşüyle ilgili pek çok iddia ortaya atılmıştır. Kendini geliştiren ve hemen her ilimden bilen Şems, tasavvufa dair her detaya sahiptir. Bu bildiklerini kendi üzerine de yansıttığı için pek çok kişiden farklı bir görünüme sahiptir.
Saçları kazılı, kaşları ve kirpikleri temizlenmiştir. Üzerinde dünyaya dair yalnızca siyah bir elbisesi vardır. Oldukça eski ve dağınık durumda olan bu elbiseden başka bir kıyafetle gören olmamıştır. Dış görünüşüne önem vermeyen ve bu nedenle pek çok kişinin evsiz olarak düşündüğü Şems-i Tebrizî, üzerinde dünyaya dair fazla yük bulundurmamıştır. İri bir vücuda sahip olan Şems, bulunduğu ortamlarda görkemli olarak tasvir edilmiştir.
Şems-i Tebrizi, gözleri çakmak çakmak bakan bir mutasavvıf olarak ifade edilmektedir. Heyecanlı, bilgiye aç, öğrenmeyi ve öğretmeyi çok seven bir yapısı vardır. Nerede ilim varsa orada bulunan Şems-i Tebrizi, öğrendiği her bir bilgiyle olgunlaşmıştır. Sıradan bir şeyh olarak tanımlanamayacak olan Şems, ilmi hafife alınamayacak bir bilgedir. Kararlı, tok sözlü ve inatçı bir yaratılışı olduğunu söylemek mümkündür.
Şems-i Tebrizî’nin tek bir eseri bulunmaktadır. Makalat-ı Şems-i Tebrizî olarak bilinen eserin diğer ismi Hırka-i Şems’tir. Mutasavvıfın kendi tarafından yazılmayan bu eser, müritleri tarafından kaleme alınmıştır. Ağzından çıkan her sözcüğü yazan müritler daha sonra bunu eser olarak bir araya getirmiştir.
Hırka-i Şems’in Türkçeye çevrilişi ise Nuri Gençosman tarafından yapılmıştır. Çevirinin Türkçedeki adı Şems-i Tebrizî Konuşmalar Makalat 1-2 şeklinde basılmıştır. Basım, İstanbul’da 1974 yılında tamamlanmıştır.
Şems-i Tebrizî diyar diyar gezen meczup olarak bilinmektedir. Bunun yanında aklı fikri yerinde olan ancak her gittiği yerde kısa süreli kalan bilge olarak da tarif edilmektedir. Tüm bu bilgiler ışığında hiçbir kaynakta özel hayatıyla ilgili bilgi yer almamaktadır. Şems-i Tebrizî evlenmemiş ve evlilikle ilgili fikirlerden uzak kalmıştır. Bu bağlamda çocuğunun da olmadığı bilinmektedir.
Bazı anekdotlarda ise Şems-i Tebrizî’nin Mevlana’nın üvey kızı ile evlilik yaptığı ifade edilmektedir. Mevlana’yı bırakıp giden Şems geri getirildikten sonra Mevlana, onu kızı Kimya Hatun ile evlendirmiştir. Bu şekilde gitmesine engel olmak istemiştir.
Mevlana ya da Şems-i Tebrizî’nin hayatını araştırırken dikkat çeken noktalardan biri de Mevlana’nı ailesinin Şems’ten hoşlanmadığıdır. Başta eşi olmak üzere çocukları ve tüm şehir Şems’in Mevlana’yı kötü yola düşürdüğünü düşünmektedir. Bu açıdan Mevlana’nın eşinin devamlı şikâyet halinde olduğu, oğullarının Şems’in gitmesi için yollar aradığı bilinmektedir. Özellikle Mevlana’nın büyük oğlunun, Şems’in ortadan kaybolması üzerinde büyük bir etkisi olduğu dile getirilmektedir.
Kanıtlanamayan ancak bahsi dolaşan en büyük iddia ise Kimya Hatun’a gönül veren Alâeddin’in, Şems’in onunla evlenmesini hazmedemeyip öldürülmesinde rol aldığı yönündedir.
Şems-i Tebrizî, Mevlana ile muhabbetini ilerletince civardaki herkes bu durumdan rahatsız olmaya başlar. Hoca ve şeyh olan Mevlana, kimseyle vakit harcamamakta Şems-i Tebrizî’nin yanından ayrılmamaktadır. Bir süre tehdit edilen Şems daha sonra ortalıktan kaybolmuştur. Bu kayboluş sonrasında Mevlana hastalanmış, kendini kaybetmiştir. Daha sonra oğlu Alaaddin Çelebi, Şemsi bulmak için uzun uğraşlar vermiştir.
Şam’da ortaya çıkan Şems geri gelmiş bir süre daha Mevlana ile vakit geçirmiştir. Ne yazık ki kısa süre sonra ortadan tamamen kaybolmuştur. Şems-i Tebrizî’nin ortadan kayboluşuyla ilgili kimileri Mevlana’nın evinin bahçesindeki dipsiz kuyuya atıldığını bildirmektedir. Bunun yanında ölümüne inanmayan Mevlana, onun ölmediğini onları bırakıp gittiğini iddia etmiştir. Şems-i Tebrizî 1247 yılının Ağustos ayında ortadan kaybolmuştur.
Şems-i Tebrizî hakkında yapılan araştırmalar, ölümünü aydınlatmaya yetmemektedir. Bunun yanında kuyuda öldüğünü, öldürüldüğünü iddia edenlerin gösterdiği kabristanlar bulunmaktadır. Gelgelelim bu kabristanlar da birbirinden çok ayrı yerlerde bulunmaktadır. Konya’da Şems makamı olarak bilinen kabristan, Şems-i Tebrizî’ye atfedilmiştir. Aynı zamanda Niğde’de bulunan Kesikbaş türbesi de Şems’e izafe edilir.
Sayılanlar dışında Tebriz’de Geçil mezarlığında, Pakistan’ın Multon şehrinde ve Hoy’da Şems-i Tebrizî kabristanı olarak bilinen kabristanlar mevcuttur.
koydum